top of page

Referandum: “ filler ve çimenler”


1982 Anayasası’nın hükümet sistemiyle ve sistemin işleyişiyle ilgili değişiklikleri öngören 18 maddesi mecliste, medyada, siyasi parti ve sivil kurumların platforumlarında oldukça kısa sayılan tartışma sürecinin ardından 16 Nisan’da halkoylamasına, yani referanduma sunulacak. Belirlenen bu tarihle referandumun OHAL şartları altında yapılacağı ayrıca kesinlik kazanmış bulunmaktadır.

***

Referandumlar, toplumun genel durumunu ve geleceğini ilgilendiren konularda alınan siyasi, sosyal ve ekonomik kararlara karşı toplumda ve siyasi makamlar içinden yükselen itiraz ve uyuşmazlıkları halkın hakemliği aracılığyla çözmeyi amaçlayan işlemlerdir. Bu bakımdan referandumlar, konuları bakımından çeşitli olduğu gibi, referandumlardan beklenen sonuçlar da her zaman farklıdır.

Bu yazıda Referandumların çeşitlerine değinmeden, 16 Nisan’da yapılacak halkoylamasının konu bakımından Anaysal (kurucu) ve bağlayıcılık niteliği olan bir onay referandumu türü olduğunu söylemekle yetinelim. Başka bir deyişle; halkoylamasına sunulacak 18 maddelik Anayasa değişikliği “evet” ile ağırlık kazanırsa, bu maddeler birer Anayasa hükmü olarak yasama, yürütme ve yargı düzeyinde bağlayıcı bir sonuç doğuracaktır.”Hayır” ile ağırlık kazanırsa bu düzeylerde aynı bağlayıcılık söz konusu olacak ve referanduma sunulan maddeler askıya alınacaktır.

***

Bütün bu işlem ve sonuçların demokratik olup olmadığına hükm etmek için ise referandumla ilgili gerekli koşulların hazırlanmış olup olmadığına ayrıca bakmak gerekir. Bu koşullardan bazıları Venedik Komisyonu Referandum Taslak Yönergesinde aşağıdaki gibi belirtilmiştir:

- Seçmenlerin fikirlerini serbestçe oluşturabilecekleri bir ortam sağlanmalı. Bu bağlamda referandumda savunulacak karşıt görüşlerin serbestçe propaganda yapmaları, halkı bilgilendirmeleri sağlanmalı, referandum kampanyasına katılacak olanlara devletçe imkanlar verilecekse bunlar eşit ve adil bir şekilde dağıtılmalı;

- Referandumla ilgili düzenlemeler, tarafsız bir kurum tarafından yapılmalı;

- Ulusal ve uluslararası gözlemcilere, referandumun nasıl yapıldığının

gözlemlenmesine dair geniş fırsatlar tanınmalı;

- Referandum konusu demokrasi, insan hakları ve hukuk devletinin

temel ilkelerine aykırı olmamalı. (Bu bağlamda temel

hak ve özgürlükler referandum konusu yapılmamalı. Yine çoğunluğun

azınlığa tahakkümü, baskısı ve haklarının kısıtlanması

ile sonuçlanabilecek mekanizmalar devre dışı bırakılmalı.(*)

Bu koşullardan hangilerinin yerine getirildiğine ya da bu koşullar çerçevesinde hangi kurumların sorumluluk yüklendiğine ilişkin hükümetin bir ön hazırlık çalışmasının olmadığı ve bir yasal düzenleme yapmadığı görülmektedir. Tersine uygulamalar devreye sokulmuş, yukarıdaki şartların hemen tümü bir kenara itilmiştir. Sosyo-psikolojik gerilim araçlarının devreye sokulduğu bir ortamda ve OHAL şartları altında yapılacak referandumda insanların özgürce hareket etmeleri pek kolay değildir. Ayrıca küçük ve mali açıdan zayıf parti ve kurumlara toplantı ve kampanya etkinliklerini sürdürebilmeleri için eşit şartların sağlandığı da söylenemez. Durum böyle olduğuna göre, yapılan referandumun hükümetin planladığı biçimsel bir işlemin ötesine geçmeyeceği açıktır; dolayısyla bu işlemin sonuçları meşuriyet yönünden ülkede ve uluslararası düzeyde haklı bir sorgulamayı beraberinde getirecektir.

***

Bu tespitle birlikte ayrıca belirtmek gerekir ki,Türkiye’de referandumla ilgili yeterli bir siyasi ve demokratik bilincin oluşması yönünde hükümet cephesi dahil "demokrasi güçlerinin", temsilcilerinin, siyasi parti ve sivil kurumlarının nitelikli çabaları olmadı. Türkiye’de referandumlar 1982’den bu yana beş kez yapıldı ve halk konusunu pek anlamadığı bu referandumlarda sandık başına gitti, oy kullandı. İktidar güçleri bu referandumlarda alacağı sonuca göre halkı değişik konulara odaklayan manipulasyon araçlarına başvururken, karşıt kampta olanlar da halkı aydınlatacak farklı araçlar ve farklı söylemler geliştirmeden sürecin sonuçlandırılmasına katkıda bulundular.

***

Yaşanan onca tecrübeye rağmen bu yaklaşım tarzı değişmedi, sürüyor.

***

Önceki referandumlarda olduğu gibi 16 Nisan'da yapılacak referandumun gerçek konusu da bir yana bırakılarak, hatta gizli tutularak, taraflar, konuyla ilgisi olmayan politik argümanlarla halkı kendi tercihleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyorlar. Bir taraf devlet milliyetçiliğinin hamisi olarak ırkçı duyguları pompalarken, öteki taraf ülkenin bölünme paranoyasını ve Erdoğan diktatörlüğü fobiasını şişirip yaymaya çalışıyor. Değişikliği isteyenler ile değişikliği istemeyenlerin bu durumdaki ortak yanları; değişiklik konusu olması gereken maddelerin toplumsal, ekonomik ve kültürel kapsamda halka ne kazandırıp ne kaybettireceğini dile getirmekten kaçınmalarıdır.

Özellikle hükümet ve Erdoğan karşıtı cephe sağı ve solu ile bu konularda büyük bir açmaz içinde görünüyor. Sistemin bir tuğlasının bile yerinden oynatılmasına karşı aşırı agresif davranan CHP ile sözde kemalist kamp ve devlet solu, Türkiye demokrasi güçlerini de etkileyip bu açmazın bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar. Değişikliğe karşı itirazları ilgili ilgisiz ithamlara dayandırmaktan öteye ideolojik argümanlarla toplumu, halkı, halkın değişik kesimlerini yapay gerekçeler üreterek bir tür sosyal fobia atmosferi yaratmaya gayret ediyorlar. Bu zihniyet ve paranoya, doğal olarak mevcut Anayasa’nın ektiği zehirli tohumların ürünüdür. CHP ve müttefik devlet solu bu zehri kullanmaktan başka topluma bir şey serpemiyor. Bu nedenle gına gelen karşı duruşları, muhalefet tarzları ve gerekçeleri toplumda pek karşılık bulmuyor.

***

CHP ve bu kulavrdaki müttefiklerinin, Anayasa değişiklik çalışmalarını, konusunu ve amacını halkın anlayacağı bir dille anlatmak yerine, yalnızca hükümeti, AKP’yi ve Cumhurbaşkanı’nı hedef alarak toplumu kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda şekillendirmeye devam etmelerinin artık çok kolay olmadığını belirtelim. İdeolojik tohumları yüz yıl önce ekilen bu zehirli zihniyetin bu coğrafyada tekrar boy vereceğini düşünenler, bu süre içinde değişen dünya, toplum ve insanlararası ilişkilerin geldiği düzeyi görmüyorlar. Bu tür bir ideolojik doğmatizm ve onun ürünü olan siyasi oluşumlar, toplumlar için her zaman bir risktir. Unutmayalım ki, CHP ve kemalist devlet solunun tarihi siyasi komplolarla körelmiş bir vicdanın ve eli kanlı bir düzenin tarihidir.

Söz konusu zihniyet temsilcilerinin referandumda “ Hayır” kampı içinde olmalarıysa “hayır” kampının gerçek demokratik ve siyasi anlamı bakımından sadece kötü ve ironik bir rastlantıdır.

***

Bu konuyu böyle geçerken; Türkiye’de toplumun diğer demokratik cephelerinde ve dinamiklerinde de referandum konusunda ciddi ve köklü sayılacak etkili bir çalışmanın yapıldığından bahsetmek zordur.

Besbelli ki bu kesimler, öngörülen hükümet sistemi değişikliğiyle ilgili olan maddeler ile mevcut 1982 Anayasası’ndaki hükümet sistemini düzenleyen maddeler arasındaki esas ve şekil şartları anlama, kavrama ve halka anlatma çabasının oldukça zahmetli olduğunu gördüler. Sosyo-politik olgulara yoğunlaşmak yerine olguların yarattığı göreli faktörlere odaklanmak, olguları anlama yanılsamasından başka bir sonuç doğurmaz. Haliyle bu tür yaklaşımların toplamı, halk adına halkla birlikte etkili demokratik bir muhalefet oluşturmaya çok yeterli değildir. Bu demokratik dinamiklerin dağınık halleri ve bireysel hareket etme eğilimleri nitelikli bir çoğunluk olmaları önünde her zaman ciddi bir sorundur. Siyasi tutum alma pozisyonları ve farklı tercih kaymaları en çok bu kesimde farklılıklar gösterebiliyor. Boykotçular, Evetçiler ve Hayırcılar bu kesimden çıkarlar. CHP, kemalist devlet solu ve son yıllarda HDP için bu kesimler her zaman bereketli bir alan olmuştur, "sağa" doğru fire verse de!

***

Öte yandan bu gelenek ve türevleriyle kimi zaman iç içe kimi zaman bir arada ve yan yana duran Kürt kesimleri de bu süreçte istikrarlı, steril ve nitelikli bir farklılık ortaya koymadılar. Kuzey Kurdistan’da Türkiye’dekine benzer bir siyasi sosyoloji olduğu ve davranışların genellikle benzer yönlere kayma eğiliminde seyrettiği söylenebilir.

Kürt partileri de “yeni Anayasa” adı altında başlatılan süreçlerde siyasi ve akademik çalışmalara daha başlangıçtan yeterli bir ağırlık vermediler. Hak-Par ve PSK’nin bu yöndeki çaba ve duyarlılıkları bir yana bırakılırsa, konuyla ilgili olarak Kürt parti ve oluşumlarındaki genel kayıtsızlığın nedenlerini anlamak zordur. Anayasa maddelerinin meclisteki işlemleri tamamlandıktan hemen sonra Referandum konusunun gündemi işgal etmesi karşısında, bu kesimlerde tutum belirleme noktasında devam eden belirsizlikse, Kürtlerin siyasi açıdan trajik bir süreç yaşadığına işaret ediyor.

***

Siyaset biliminde iki şeye; saplantıya ve duygusallığa yer yoktur.

Başka bir deyişle siyaset aklın ürettiği harekettir. Akıl hareketi tasarlarken gerçek ve somut olgulara başvurarak yola çıkar…

***

1982 Anayasa maddeleri değişikliğine konu olan referanduma karşı kimi Kürt bağımsız siyasi elitlerin radikal boykot önerileri bu çerçevede ele alınabilir: Duygusaldır. Bu önerilerin eksik ayağı teoridir. Çünkü boykot tezi bugünkü haliyle boykotun toplumda sosyo-politik bir karşılığı olduğunu göstermiyor. Anayasa ve referandum bizi ilgilendirmiyor diyenlerle bu görüş pratikte kafa kafaya geliyor. Dolayısıyla bu son yaklaşım ne kadar saplantılıysa, boykot tezi o kadar romantik ve olgulardan kopuk olmaktadır.

1982 Anayasası’nda şimdiye kadar 17 defa değişiklikler yapılmış ve o tarihten bu yana beş kere de referandum yapılmıştır. Yapılan son değişiklikler ile geçmiştekiler arasında siyasi açıdan bir amaç farkı yoktur: Söz konusu olan, sistemin işleyişini daha fonksiyonel ve aktif hale getirmektir… Son değişiklikler de aynı amaçla önemli ölçüde hükümet sistemini değiştirmeyi esas almaktadır. Olan budur; bu olanlar iyi mi kötü mü? Daha başka neler nasıl olmalıydı? Yapılan değişikliklere mi boykot deniliyor, yoksa yapılması ayrıca istenen değişilikler olmadığı için mi? Boykot önerilerinin dayandığı gerekçe, genellikle son soruyla ilişkilidir. Öyleyse, bunun yolu boykot, değildir. Bunun yolu, referandumda hayır diyerek hükümeti, yapılan bu girişimi askıya almaya zorlamak; öngörülen sistem değişikliğiyle birlikte toplumsal, kültürel ve etnik hakları da kapsayan, daha demokratik ve çoğulcu bir Yeni Anayasa konusunda süreci siyaseten canlı tutmaktır. Tabii eğer, yasal ve demokratik zeminde siyaset yapılacaksa!

Burada söylenenlerden boykotun demokratik ve meşru bir tercih olmadığı anlamı çıkartılmamalıdır.

Verili koşullar ve olanaklar göz önüne alındığında Referandum konusunda boykotun siyasi açıdan etkili bir sonuç yaratmayacağına dikkati çekiyorum.

Mevcut durumda, verili koşullar ve imkanlar şöyle özetlenebilir: Kurdistan’da ve Kürtlerin içinde bulundukları sosyo-psikolojik ortamda boykotu etkili bir halk inisiyatifine dönüştürme koşulları yoktur. Kürt grup, örgüt ve partileri inisiyatif alacak güce sahip değiller; sosyal dinamikler zayıf, güçler çok gevşek ve dağınıklar. Boykot, olsa olsa bu gerçeği ortaya çıkartabilir. Bu da Kürt milli davası imajı açısından büyük bir ayıp olur...

***

O halde ne yapılmalı?

Türkiye’de Kürtlerin içinde bulunduğu durum iç açıcı değil. Keza Kürtler adına siyaset yapan grup, örgüt ve siyasi partilerin durumu da pek farklı değil. Bunların fedakarca çalışmaları ne düzeyde olursa olsun, hiç biri ortada duran milli yükü ve ağır sorumluluğu tek başına omuzlayamaz. Bu sorun her geçen gün tümünü etkliyor, eziyor ve giderek daha çok zayıflamalarına yol açıyor. Bu sorunun çözümü iki yolla mümkündür:

1- Siyasi birlik,

2- Milli demokratik ittifak.

İki şıktada, milli unsur ve onu içeren temel değerler esastır.

Milli değerleri esas alan taraflar için siyasal birlik ile milli demokratik ittifaklar önünde hiçbir engel yoktur.

Kuşkusuz siyasi güçler arasında real-politik açıdan ilişkilerin var olmasında bir mahzur yoktur. Ancak Kurdistani-milli partiler olduğunu söyleyen güçlerin, milli olan her şeyin tasfiye edilmesi misyonuyla hareket eden güçlerle stratejik ilişkiler kurmamaya özel önem vermeleri gerekir. Bunu kabul etmek için yeni bir tecrübeye ihtiyaç yoktur. Stratejik ilişkiler ve siyasi işbirliği başta milli güçler arasında olmalıdır. HAK-PAR, TKDP, PAK, PSK ve ÖSP hiçbir etki altında kalmadan ulusal siyaset perspektifiyle stratejik ittifak güçlerine, yani milli güçlere daha çok yaklaşarak, oluşan kötü siyasi izlenimi boşa çıkartmalıdırlar.

Referandum, milli demokratik güçlerin ortak bir tutumla yeni ve renkli söylemlerle alanlarda birlikte boy göstermeleri için anlamlı bir fırsata dönüştürülebilir. Kürtlerin görmek istediği ve beklediği de budur…

Aksi durumda, “filler tepinir, çimenler ezilir.”

(*) Venedik Komisyonu İnternet Sitesi, Draft Guidelines on Referendum,

http://www.venice.coe.int/docs/2006/CDL-EL(2006)024rev-e.asp

 
 
 

Comments


SON YAZILAR

Federalistler

© 2023 by Kathy Schulders. Proudly created with Wix.com 

  • Grey Twitter Icon
bottom of page