Yalanın ve Yapaylığın Bedeli: Taner Akçam...
- Ahmed Kaymak
- 29 Nis 2021
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 May 2021

Türkiye'de subjektif milliyetçiliğin ve ırkçı resmi ideolojinin savunduğu değerler çocukluktan itibaren toplumun geneline eğitim yoluyla empoze ediliyor. Daha sonra bu yapay değerler yine o eğitim sisteminde yetiştirilmiş "akademisyenler" tarafından kamusal alana taşınıyor ve neredeyse günü birlik insanlara tekrar yedirilmeye çalışılıyor. Bu savunularda tarih dersen köksüz; felsefe dersen temelsiz; siyaset dersen pervasız bir şekilde icra edilmektedir. Aynı düşünce biçimi ve ruh haliyle vicdan ve muhakeme dünyaları bu şekilde esir alınmış bir toplumun sıradan bireyleri ile okumuş entelektüel elitlerinin tutumu arasında fark kalmıyor.
Böyle bir toplumda aynı tutum sahibi bireyler ve elitler arasındaki birlik ve ortak refleks biçimleri dışında gerçeklerin biçimlendirip yönlendirdiği beraberlikten söz etmek mümkün değildir; öfkeleri, güvensizlik ve korkuları temelde birbirlerine karşı o kadar şiddetli ve derin ki, bunların yarattığı toplumsal gerilimin bizzat kendilerinin ürettikleri akıl dışı yalanların bir sonucu olduğunu asla anlayamazlar. İşte faşizmin ve otokratik iktidarların en çok yararlandığı realite ve atmosfer tam da budur. Yapay araç ve argumanlarla bir arada tuttuğu toplumsal kesimler arasındaki gerilimin yaratabileceği çatışmayı ödünlemek için baş vurulan taktik (yol) ise genellikle toplumun dikkatlerini başka yönlere çevirmek olmaktadır. Dış düşman yaratmak, toplumsal paranoyayı yükseltmek, zaman zaman histeriye varan şiddetli tepki senaryolarını sahneye koymak, başvurulan bu taktiğin önemli araçları olarak işlevselleştirilmektedir.
Kuşkusuz böyle bir sistemin ayakta kalması için akıl hocalarına, konu uzmanlarına, akademisyenlere, profesörlere büyük iş düşmektedir.
Prof. Taner Akçam’ın son günlerde kamuoyuna yansıyan ve tartışılan “ İlk Gece Hakkı” yalanını da bu çerçeve içinde değerlendirilmelidir.
Bay Akçam ya sistemde kendine bir yer aramakta ya da açıkça sisteme karşılıksız bir işgüzarlık yapma çabasında. Bu bayın Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini bilmemesi mümkün değil. Pek ala biliyor. Hatta bir çok akademisyenden daha çok tarihsel bilgiye sahip olduğu da söylenebilir.
Burada bilmediği veya kasten çarpıttığı Kürdlerin hemen her dönemdeki sosyolojisi, bu sosyolojiyi bir arada tutan ilişkiler, örfler ve değerleridir. Avrupa feodalitesinin veya Asya bozkırlarının örf ve ilişkileri üzerinden edindiği toplumsal şablonları Kürdler ve Kürdistan dünyasına oturtma gayreti, bir bilinçsizliğin ürünü ve akademik bir aymazlığın vardığı bir hükmün sonucu değildir; hayatı sol kampta geçmiş de olsa bu sistem bünyesinde yetiştirilmiş birilerinin çoğunlukla gelip toslayacağı duvar, resmi ideoloji ve kemalizmdir.
Taner Akçam’ın bahsettiği “İlk Gece Hakkı” safsatası üretilen bu ideolojik kurumsal bir tezgahtan başka bir yerden imal edilmiyor elbet.
Öyle de olsa bay Akçam’a Cumhuriyet Öncesi Ve Cumhuriyet Sonrası dönemde Kürd toplumuna dönüp bakmasını hatırlatmak gerekiyor. Bunun için Kurdlerde ve Kurdistan’da Cumhuriyet öncesi kurumlara, varlık nedenlerine, işlevlerine bakması yeterlidir. Cumhuriyet öncesi dönemde, yani Osmanlı egemenliğinde, Kurdistan’da kurumsal planda ağalık kurumu yoktur. Kendisinin bilmesi gerekir ki, ülke ve bütün toprak padişahındı. Ağa, padişahlardı. İnsanlar da onlara aitti. Osmanlı egemenliği altındaki Türkler de dahil hiçbir etnisitenin özel bir otoritesi ve iradesi bulunmamaktaydı. Kurtlerin de bu çerçevede hiç bir siyasi otoritesi ve imtiyazları yoktu. Durum ap açık böyle olduğuna göre, varlık temelinden yoksun bir hak/ilişki nasıl olur da sosyolojik, kurumsal, hukuki ve politik biçim alabilir?
Bay Akçam bunları bilmiyor mu?
Bunları çok sayıda akademisyenden ve tarihçiden çok iyi bildiğine benim kuşkum yok. Ancak dile getirmek istemediği, tıpkı diğer iktidar yanaşmaları gibi, bastırmaya çalıştığı bir siyasal boyut var burada: Bay Akçam, bugünkü formlarda Şeyhlik ve Ağalık kurumunun Cumhuriyet Sonrasının, resmi politikanın bir icadı olduğu gerçeğini saptırıp gizlemeye çalışıyor.
Az çok tarih bilgisi olan herkes cumhuriyet öncesinde bu türden sosyolojik ve kurumsal ara unsurlar ve mekanizmalara sağlanan imtiyaz ve keyfiyetlerin olmadığını bilir. Osmanlı’da ve özellikle Kurdistan’da şeyhlik kurumu ise, bugünkü formlarından ap ayrı bir biçim ve işleve sahipti. Toplumsal bir kurum olarak özgündü ve şeyhler dinsel bir işlev görmenin ötesinde medreselere (birer eğitim ocağı olarak) genellikle başkanlık yapan, okumuş, aydın, kültür ve bilimde bilgileri yüksek kimselerdi. Bunlar kendilerine bir ulviyet, bir kutsiyet yakıştırmıyorlardı. Oysa, bay Akçam, senin ve senin gibilerinin ruhunu esir alan, duygu ve davranışlarına pranga vuran bu cumhuriyet kurulduktan hemen sonra toplumun bütün bu kurumsal formlarını değiştirdi, ters yüz etti. Kendine benzetmeye çalıştı. İdeolojik ve yapay enstrümanlar doğrultusunda bir toplum, bir devlet düzeni yaratmaya çalıştı. Ağalık kurumu da bugünkü biçimiyle yine bu cumhuriyet tarafından işbirlikçi yerel unsurlar aracılığıyla inşa edilip güçlendirildi. Ne olmuşsa, İttihat ve Terraki ile onun ideolojik tabiatının devamı olan Cumhuriyet döneminde olmuştur, sorumlusu da onlardır.
Yoksa bunları bilmiyor musun, bay Akçam?
Bilmiyorsan, isminden önce kullandığın o unvanın sana hiç yakışmadığını söylemem gerekiyor…
Ne olursa olsun, unutma; bu sistemde bu yalanları tekrarlamaktan başka sana hiçbir ihtiyaç duyulmuyor.
Comments