Medeniyet sorunlu Ortadoğu
- Yaşar Abdülselamoğlu
- 5 Haz 2017
- 3 dakikada okunur

11 Eylül 2001’i düşünün; ‘Batı’ ile Ortadoğu arasında “Medeniyetler arası savaş” gündemde idi ‘Barbarlar’ ve ‘Haçlılar’ savaşacaktı.
ABD, bölgeye savaşa geldi ama çok kısa bir süre içinde, oryantalizmin çizdiği “Yekpare İslam” ve “Yekpare Ortadoğu Kimliği” yerine, kendi içinde çok farklı bir İslam ve Ortadoğu dünyası ile karşılaştı; buna batı açısından, “Ortadoğu’nun yeniden keşfi” denebilir. Aynı zamanda, artık Ortadoğu hiç bir zaman eskisi gibi olmayacaktı.
“Batı ve doğu medeniyetleri” arasındaki çatışma potansiyeli “Ortadoğu medeniyeti” içindeki farklılıkların çatışma potansiyelinden daha büyük sayılmazdı. Bu durum ABD’ye, savaşın tarafı olmaktan çıkıp savaşın ‘moderatörü’ olma fırsatı tanıdı.
Bu muazzam stratejik durum, Obama’nın “Bölgeden çekilme” siyaseti ile bölge devletleri ve diğer jeopolitik aktörlerin iştah ve hırslarını kabarttı. Neo-Osmanizm olarak adlandırılan Türkiye’nin yeni Ortadoğu siyaseti, İran’ın yatay yayılma stratejisi ile Sünni- Arap toplulukları içinde hüsran duygusu yaratmış yeni durum ve buna karşı reaksiyoner olarak radikalleşmiş stratejiler, dizginsiz modernist istençlerin yükselmesi ile Ortadoğu, Memlükler dönemini aratmayan çılgın bir ganimet arenasına yeniden dönmüştü.
Bu dönem, Ortadoğulu aktörlerin medeniyet yaklaşımını anlamak için önemli bir pratik ortaya koydu. “Ortadoğu için sorumluluk alıyorum” diyen yerli devlet aktörlerinin derdi, diğerini durdurmak, kendisi için azami istenç ve çıkarın realize olması çılgınlığı olarak gelişti. Kimse, batılı kadar bile, “Ortadoğu insanının” hak ve insanlığına önem vermedi. Bu dönem Ortadoğu’yu ele geçirmek ve tahhaküm sağlamak için kullanıldı.
Diktatörler, despotlar, katliam yapanlar, tecavüz edenler, fakirlik, cahillik, “Aşağılık kompleksi”, kölelik, “Ortadoğu insanının” bütün sorunları, hep batılı öznenin üzerimizdeki hegemonyasının yaratmış olduğu lanetler olarak görülen durumlar fazlasıyla gelişti.
Batıya, sen bu kez işlerimize karışma, “Biz yerliler kendi başımızın çaresine bakarız” deniliyordu. Bu yönde toplumsal mobilizasyonu güçlü olan ideolojiler, liderler, hareketler meydana getirilmişti. Batının kurduğu Ortadoğu, kendi hakikatlerine göre yeniden düzenlenecekti. Ne var ki Ortadoğulunun kendi başına bırakılması, batıdaki bireyci, egoist, her yaptığı mubah karşılanan, öfke duyulan, “Batı’nın kötü benliğinden” farklı bir durum oluşmadığı gibi, modernist ve “emperyalist yayılmacılık” çok daha dizginsiz ve dehşet verici bir şekilde ortaya çıkmaya başladı.
Bugün Ortadoğu, istenç dizgininin tamamen çözüldüğü; herkesin gözünün birbirininin malında, namusunda, işinde, ekmeğinde, toprağında; kültürü, dili, namusu ve şerefinde olduğu bir yer durumundadır. Bugün dünyada tecavüz, ganimet, her şeyi mubah gören kültürün en yaygın olduğu yer Ortadoğu’dur. Herkes birbirine karşı kuralsız, çılgın ve delice bir hâkîmiyet sağlama yönelimi içindedir.
Ortadoğu jeopolitikası, insanı özgür birey olarak değil; sadece bir nefer ve kullanım aracı olarak görüyor. Ortadoğu’nun yaşadığı bütün sorunların “Ortadoğu insanı” sorunsalı ile sosyolojik bir bağlantısı vardır. “Ortadoğu insanı” sorununu doğru bir şekilde konuşmamak, “Ortadoğu despotizmi olmadan yönetilemez” fikrine hizmet ediyor. Ortadoğu’nun sorunları, öncelikle, insan odaklıdır ama kimse olayı bu haliyle ele almak istemiyor.
Yaşanılanlarla ortaya konulan ‘ben’ tasavvuru arasında şizofreni, bütün şiddetiyle ortaya çıktı. Takkiye geleneği üzerinden gelişen post-modernist bir simülasyon bütün Ortadoğu’yu sarıp sarmaladı.
Şimdi Amerika yeniden bölgeye döndü. Büyük olasılıkla yeniden çılgın istençleri ‘disipline etmeye’, dizgini ele almaya çalışacaktır. “Dış gücü” çeken sosyolojik mekaniğin nasıl işlediğini anlamak için, “Ortadoğulu yerli aktörlerin” sınırsız çıkar dayatmalarını, demokrasi ve hoşgörü kültürünün yokluğunu iyi okumak gerekiyor.
Herkes ABD’yi arkasında görmeye çalışarak ganimetten daha fazla hakka sahip olduğuna kendisini inandırmaya çalışıyor. Bu, şimdilik Trump’un İran aleyhindeki adımları, Sünni Arapları, Suudi’yi sahiplenici durumu, farklı çevrelerden, ABD’nin Sünni cepheden yana olduğu, dolayısıyla İran’ın “suyunun ısındığı” gibi yorumlara sebep oluyor. Oysa bu durum, jeopolitik aktörlerin kutuplaşmasında taraf olmasından çok, kutuplar arasında bozulan dengeyi eşdeğer bir şekilde düzeltme anlamına geliyor olmalı. Amerika açısından olay, dengeyi sağlama, kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda moderatürlük rolünü yeniden elde etme olayıdır. Bu bağlamda, ABD IŞİD’den tutun, Haşdi Şabi’ye; İran’dan Türkiye’ye, YPG ve hatta PKK’ye kadar, bütün aktörleri oyundan çıkarmamaya ama bunların faaliyet manevraları üzerinde sı
nırlandırma ve kontrolü elde tutmaya çalışacaktır.
‘Moderatör’ ne ölçüde ‘adil’ olursa olsun, kontrolü ne kadar sıkı tutarsa tutsun; bu durum nihayetinde birilerine daha fazla, birilerine daha az yarayacaktır. Uzlaşan taraf ve bölgenin tüm aktörlerinin gerçek dertlerini anlayan sosyolojik bir adaletle hareket edenler daha büyük avantaja sahip olurken; insan hakları ve adaletin uluslararası ilişkilerin konusu ve Ortadoğu’nun stratejik sorunu olmadığını düşünenler ise zarar edecekler arasında olacaklar.
........................................................................
Kaynak: Basnews, http://www.basnews.com/index.php/tr/opinion/355231
Comments