Bir “birleşik dünya” öznesi olarak bağımsız Kürdistan
- Hamiyet Çelebi
- 21 Haz 2017
- 4 dakikada okunur

Devlet kurmak tahmin edildiği kadar zor değil. Dünyanın herhangi bir bölgesinde siyasi bir grup olarak yaşıyorsanız, bir dile sahipseniz ayrıca kendinizi yönetme niyetiniz varsa bu yönde yeterli doneye sahipsiniz demektir. Hükümetinizi kurar, bayrağınızı stilize eder, adınıza para bastırır, gösterişli bir bağımsızlık bildirgesi de kaleme alır, akabinde devletinizi ilan edebilirsiniz. Eğer dünya fiziki haritasında devletinizin sınırlarının çizilmemiş olmasını da dert edinmiyorsanız, diğer devletlerin sizi tanıyıp tanımamasını da önemsemez, hatta kendi Birleşmiş Milletlerinizi bile kurabilirsiniz. “Atlasta sınırları olmayan devletler” adına futbol ligi kurup, futbolcularınızın orada top koşturmasını sağlamak ise hayal gücünüzün parıltısına bağlıdır artık. Uluslararası hukuk nezdinde “yok hükmünde devlet olmak” ilgi alanınızda olmaz, kaç kilometrekarelik bir alana hükmediyorsanız, o kadarlık bir egemenliğe kanaat getirmeniz mümkündür.
Bir ütopya gibi mi görünüyor?
Aslında değil!
Ünlü coğrafyacı Nick Middleton, “Var olmayan Ülkeler Atlası” kitabında, onlarca sayıda bu yolla kurulmuş “devletler” bulguluyor ve durumu “bir coğrafyacı olarak şoke edici” buluyor. Demek ki hiçbir uluslararası hukuk prensibine bağlı olmaksızın, hiçbir usul şartını yerine getirmeksizin devlet kurmak mümkün. Bunu ispatlayan sayısız örnek var: Tayvan, Tibet, Grönland, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi bir şekilde aşina olduğumuz devletler ile bir çoğunun ismini bile duymadığımız ABD’nin ortalarında yer alan Lakota Cumhuriyeti, Zambiya’dan ayrılan Barotsaland, Nijerya’dan kopan Ogoniland, Avustralya sınırlarında bağımsızlığını ilan eden Murrawarri Cumhuriyeti, Shetland Adalarından kopan Forvik, Britanya dolaylarındaki Sealand, Kopenhag’da Christiana, Avustralya’da Atlantium gibi devletler…
Bir devlet ilan etmek madem bu kadar kolay; idari yapısı içinde bulundukları devletlerden ayrılma fikrini sık sık yüksek sesle dile getiren İskoçlar, Katalanlar, Basklılar, Venetolular, Alto-Adige Trentino halkı, Flamanlar neden kendi devletlerini ilan etmiyor?
Gerek coğrafyalarında fiili hakimiyete sahip, gerekse de idari olarak bağımsız bir devlet görünümü sergileyen Güneyli Kürtler neyi bekliyor? Bu halklar kendi devletlerini ilan etmede yeteneksizler mi?
Yoksa devlet olma istek ve enerjisinden mi yoksunlar?
Durumun yetenek veya istemekle doğrudan ilgisi yok. Bunda uluslararası sistemin ilan edilen devlete yönelik gösterdiği hukuki ve siyasi refleks belirleyici. “Birleşik dünya”, birbirine millerce uzaklıktaki tüm yerleşim yerlerinin, birbirleriyle ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal olarak ilişkilenmesini zorunlu kılmakta, tarafları adeta simbiyotik bir yaşama zorlamaktadır. Bu ilişkiler ağı dışında dünya yüzünde yer işgal etme şansı olası değil. Dolayısıyla devlet olma koşullarına sahip bir siyasi topluluğun bağımsız devlet ilanı ile uluslararası hukukun kabul ettiği bir hukuk süjesi olarak kabulüyle “devlet kimliği” edinmesi başka gerçekliklere işaret eder. İlki o siyasi topluluğun kendi niyetini, ikincisi ise siyasi topluluğun diğer resmi devletler nezdindeki hak ve yükümlülük kapasitesini belirler. “Birleşik dünya”nın bir parçası olarak, hem dünyadan hak talebinde bulunmak hem de dünyaya karşı sorumluluklar yüklenmek ancak bu iki halin çakışmasıyla mümkündür. İlk saikle hareket etmek dünya fiziki haritasında sınırları çizilmemekle , hukuk süjesi olarak da diğer devletler nezdinde “yok hükmünde” sayılmakla sonuçlanacaktır.
Sorduğumuz soruyu Kürtleri odağa alarak yinelersek; Kürtler coğrafyalarındaki fiili egemenliklerine rağmen, Irak ile bağlı oldukları idari yapıyı neden tek taraflı bir beyanla feshederek, bağımsız devlet ilan etmemektedir?
Hatırlanacağı üzere 2013 yılında Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, referandum hazırlığı için ilgili komisyonlara talimat vermiş, tüm Kürt kamuoyunda ilan edilecek bağımsızlık için birkaç ay içinde referandum yapılacağı beklentisi oluşmuştu. Referandumun yapılmasının önünde yasal hiçbir engel olmamasına rağmen, referandum ertelenmiş, bağımsızlık ilanı da İŞİD saldırıları sonrasına bırakılmıştı. O günün koşullarında kısıtlayıcı olan Kürtlerin bağımsızlığa hazır olmayışları değildi. Kürtleri bu tercihe yönlendiren hem bölgenin güvenlik eksenli sorunları hem de uluslararası dengelerin bağımsız Kürdistan devletine karşı tereddütleriydi. Uluslararası tanıma; devlet olmanın kurucu unsuru olmasa da, Bağımsız Kürdistan devletinin uluslararası kamuoyu ve diğer devletlerce tanınmama riski, kurulacak devletin dünyayla temas kurmasını, devlet olmaktan kaynaklı haklar talep edip, yükümlülükler yüklenmesini engelleyecek, “birleşik dünyada” yalnızlığa itecekti. O günün koşullarında hukuksal olarak bu hakkı olmasına rağmen, tanımanın siyasi bir tercih olduğunun bilinci devlet ilanını ertelemişti.
Bugün ise uluslararası sahnede Koalisyon güçleriyle stratejik ortaklık yürüten bir güç haline dönüşen Kürdistan; teröre karşı başarılı bir cephe, diplomasi açısından ise proaktif performanslı uluslararası bir aktör görünümündedir. Başta Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Joe Biden, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev olmak üzere üst düzey kabullerin gerçekleştiği, birçok AB ve Ortadoğu ülkesinin dış işleri ve savunma bakanları düzeyinde Erbil'e yapılan ziyaretler ve ifade edilen resmi açıklamalar, ertelenen bağımsızlığın dünden daha yakın olduğunu hissettirmektedir. Son haftalarda uluslararası konferans ve zirvelere Kürdistan Bölgesi’nden katılımların olması, olası bir bağımsızlık ilanı halinde dünya güçlerinin ve devletlerinin “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkına saygı gösterecekleri” yönündeki açıklamaları, hukuki tutumdan ziyade siyasi bir tutum olarak Kürdistan devletinin uluslararası arenada tanınacağı hissini daha da perçinlemektedir.
“Tanıma” eyleminin, devletler tarafından ulusal çıkarlar doğrultusunda kullanıldığı, diplomatik baskı ve içişlerine müdahale silahı olduğu gerçeği bile, artık Kürtlerin her türlü hak ehliyetine sahip uluslararası bir hukuk süjesi olarak dünya haritasındaki yerini almasını daha fazla engelleyemeyecektir.
.............................
''Tanıma'' :
Devlet olabilmek için doğal bir toprak parçası, sürekli insan topluluğu, o toprak parçası ve insan topluluğu üzerinde etkin güce sahip bir siyasi otorite ve uluslararası alanda diğer uluslararası birimler ile ilişki kurabilme yeteneği gereklidir. Ancak tek başına bu dört şartı karşılamak siyasal bir gruba devlet olarak “tanınma” olanağı sağlamamaktadır.
‘’Tanıma’’, hukuki bir süreç olarak algılansa da, aslında devletlerin siyasal tasarrufudur. Devletler, bir devleti ya da hükümeti tanırken, ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmekte, tanımayı “yaptırım, cezalandırma ya da caydırma” amaçlı çok kullanışlı bir dış politika aracı olarak kullanmaktadır. Tanıma veya tanımama tavrı karşısında devletler, uluslararası ortamın ‘’barışını, güvenlik ve düzenini” birer gerekçe olarak dillendirmektedir.
Devletlerin birbirleriyle ilişki kurmaları, etkileşimde bulunmaları “tanıma” yoluyla söz konusudur. Siyasal tasarruf olarak “tanınma” gerçekleşmeden devletlerin uluslararası ilişkiler kurmaları mümkün değildir.
Devletler, tanımanın zaman ve koşullarını büyük oranda kendileri belirlemekte, karşılıklı siyasal çıkarları öncellemektedirler.
Kaynak: basnews, erişim: http://www.basnews.com/index.php/tr/opinion/333586
Kommentare