Güney Kurdistan: federalizm ve self determinasyon (IV)
- Ahmed Kaymak
- 19 Tem 2017
- 5 dakikada okunur

Güney Kurdistan'da 25 Eylül'de Irak Federasyonu'ndan ayrılma konusu ile ilgili yapılacak referandum, öngörülen çerçevede sonuçlanırsa, bağımsız yeni bir devlet statüsü ve kişiliğiyle ilgili ayrıca atılması gereken önemli adımlar ve yerine getirilmesi gereken çok kapsamlı iç ve dış hukukla ilgili işlemler vardır. İç hukukla ilgili olanlar, selef (önceki) devletin yaptığı ve bağlı bulunduğu uluslar arası andlaşmalara ilişkin yeni hukuksal ve yasal düzenlemelerdir. Dış hukukla ilgili olanlarsa, devletler hukuku, yani uluslararası hukuk kapsamındaki işlemlerdir. Bu durumda Irak Federasyonu’ndan ayrılan Kurdistan’ın söz konusu antlaşmalara halef olup olmayacağı yolundaki sorunun çözülmesi, yeni devletin ağırlıklı uğraşlarından biri olacaktır.
***
Halkların kendi kaderini belirleme hakkı kapsamında, dağılan, yok olan veya ölen bir devlet yerine kurulan veya bağlı bulunduğu başka bir devletten ayrılma yoluyla bağımsız olan bir devlet, selef devletlerin yaptığı uluslararası antlaşmalara taraf olup olmadığını belirtme hak ve tercihine sahiptir. Bu yönde uluslararası hukukta ve sözleşmelerde aksi açık bir hüküm yoktur.
Yeni bir devlet gökte değil, yerde, bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanlarla kurulur. Bir halk bir toprak parçası üzerinde egemenlik kapasitesini ortaya koymuşsa ve egemenliğin koşullarını yerine getirebiliyorsa, orada artık bir devlet kurulmuş ve var demektir. Bu durumda kurulan bir devletin ayrıca uluslar arası toplumdan veya herhangi bir merciden onay alması için bir koşul da yoktur.
***
Ancak devletler yalnızca sınırlı bir toprak parçası üzerinde kurulurlar. Bu anlamda ülkesel egemenlik sınırlıdır ve egemenlik belirlenmiş sınırların ötesine geçemez. Her toprak parçası bir başka egemen topluluğun uhdesinde bir hak olarak kaydedilmiştir. Devletler hukukunun önemi ve rolü işte tam da burada ön plan çıkıyor.
***
Bir devlet kurulurken, mazisinden hemen ve tümden kopmuyor; önceki bir çok siyasi, coğrafi ve hukuksal ilişkiyi yeni devlet varlığında muhafaza eder veya bir süre beraberinde taşır. Bir devlet yıkılıp dağılsa da o devletin yerine kurulan bir veya birkaç yeni devlet, yok olan devletten geriye kalan bir takım hak ve sorumluluklardan büsbütün azade olmazlar. 20. Yüzyılın son çeyreği, bunun çok sayıda örneklerini ortaya koymuştur. Yok olan Yugoslavya Federal Sosyalist devleti ile varlığına son verilen Çekoslovakya ve feshedilen SSCB devletlerinden sonra bu ülkelerde kurulan yeni ve bağımsız devletler, bahsedilen bu konuların anlaşılması bakımından önemli örnekler sunmaktadır.
***
Devletler hukukunda selef devlet ve halef devlet terimleri bu ilişkiyi açıklamak için kullanılmaktadır. Selef devlet, önceki devlettir. Bu devlet ya yok olmuş ya dağılmış ya feshedilmiş veya devam ettiği halde ülkesinin bir parçası üzerinde yeni bir devlet kurulmuştur. F. Sönmezoğlu'nun hazırladığı uluslar arası İlişkiler Sözlüğünde yer aldığı biçimiyle, Halefiyet ise devletler arası alanda farklı bir devlet oluşumunun ortaya çıkması ile eski devletteki taşınmaz malların, devlet arşivleri ve eylemlerin yeni devlete [yansıyan] etkisi olarak anlaşılmaktadır.
***
Çekler ve Slovaklar, anlaşarak Çekoslovakya Sosyalist Federasyonu’na son verdiklerinde, iki devlet de uluslararası topluma, Çekoslovakya’nın o ana kadar yaptığı uluslararası antlaşmalara bağlı olduklarını beyan ettiler. Yani iki yeni devlet, eski Çekoslovakya devletinin ülke üzerindeki hak ve sorumlulukları ile uluslararası antlaşmalardan doğan yükümlülüklerine halef (taraf) olduklarını belirttiler. Eski Yugoslavya’da gelişmeler farklı seyretse de, ülke üzerinde kurulan farklı devletler aynı doğrultuda bir tutum sergilediler.
***
Dağılma sinyalleri veren SSCB’den koparak bağımsızlıklarını ilan eden Baltık Cumhuriyetleri’nin tutumu ise ters bir doğrultuda oldu. Litvania, Letonia ve Estonia o dönemde hala varlığını korumakta olan SSCB’nin o ana kadar yaptığı uluslararası antlaşmaların hiçbirine taraf (halef) olmadıklarını ve bu antlaşmalardan doğan borç ve yükümlülükleri kabul etmediklerini açıkladılar.
***
Uluslararası toplumun bu iki farklı tutuma karşı reaksiyonu genellikle olumlu oldu; ciddi bir uluslararası krize yol açacak herhangi bir tepki gelmedi. SSCB de olumsuz bir tepki göstermedi; tersine gelişmeleri, halkların self determinasyon hakkını kullanma kapsamında değerlendirerek bağımsızlıklarını ilan eden cumhuriyetleri tanıdı.
***
Ardından SSCB fiilen dağıldıktan sonra sosyalist federasyon bünyesindeki çok sayıda cumhuriyet bağımsızlık ilan etti ve federasyondan ayrıldıklarını duyurdular.Yeni kimlikleriyle ortaya çıkan bu bağımsız devletler de çoğunlukla, ülkesinde kuruldukları eski devletin (SSCB) halefi olduklarını belirterek SSCB'nin daha önce yaptığı uluslar arası çok taraflı ve ikili antlaşmalara bağlı kalacaklarını beyan ettiler. Bunlardan Rusya Federasyonu ise ayrıca devam eden devlet sıfatıyla SSCB'nin BM'de daha önce var olan statüsüyle yetki, hak ve yükümlülüklerini devraldığını uluslararası topluma bildirmiş bulunuyordu.
***
Devletler hukuku tarihi açısından belki de en krtik süreç olarak kayıtlara geçen bu gelişmelerden önce devletlerin halefiyeti ile ilgili olarak yürürlüğe girmiş herhangi bir uluslar arası hukuk belgesi yoktu. Halbuki devletlerin halefiyeti ile ilgili hukuksal çalışmalar uzun yıllardır olmaya devam ediyordu ve bu konuda kodifiye edilmiş halde imzalanmış iki belge de mevcuttu.
***
Mazisi 1960'lı yıllara giden ve BM Genel Kurulu bünyesinde Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından hazırlıklarına başlanan, Devletlerin Andlaşmalara Halefiyeti Sözleşmesi taslağı ancak 1978 yılında Viyana'da sınırlı sayıda devletler tarafından imzalanmıştı. Amaç ve kapsam bakımından benzer (tamamlayıcı) bir başka ikinci sözleşme, Viyana Devletlerin Devlet Borçlarına, Arşivlerine ve Mallarına Halef Olma Sözleşmesi başlığı altında 1983 yılında yine sınırlı sayıda devletlerce imzalanmış olan belgedir.
Sözleşmelerin ikisinde de yeni kurulan bağımsız devletler veya ayrılma yoluyla kurulan devletler konusunda halefiyet sorununa ilişkin çözümleyici hükümler önemli bir yer tutmaktadır.
Ancak uygulamada bu iki sözleşmenin etkileri hemen hiç görülmedi.
Biri nihayet 1978, diğeri 1983’te imzalanan Sözleşmelerin yürürlük tarihinin 1996 olarak kararlaştırılmış olması, kuşkusuz, pratikte etkilerini en aza indiren nedenlerin başında gelmektedir. Bu her açıdan hızla değişim ve dönüşüm yaşayan çağımız için oldukça uzun bir süredir. Uygulama alanındaki yetersizlikleri ile ilgili bir diğer nedense iki sözleşmenin, yeni devlet vakalarının doğuracağı sonuçlardan daha çok sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde ortaya çıkan yeni bağımsız devletlerin önceden bağlı olduğu sömürgeci devletin uygulamalarına ve uluslararası işlemelerine odaklanmış olması gösterilmektedir. (Gerçekten de bu durum, öldükten sonra hasta için reçete yazmaya benzer! Sorun ortadan kalkınca çözümü uygulamak…)
***
Bu nedenler bir yana, 1996 yılında yürürlüğe giren bu sözleşmelerde yer alan bir çok hüküm Güney Kurdistan devletinin uluslar arası düzeyde meşru varlığını, haklarını ve sorumluluk alanlarını belirleme yönünde destekleyici unsurlar barındırmaktadır. Süreç içinde devletler alanında gelişen olaylar ve sonuçlar dikkate alındığında bu sözleşmelerde yer alan hükümlerden yararlanma imkanı oldukça fazladır. Uluslararası platformlarda çetin tartışmalarla geçecek bir sürece hazırlanmaları bakımından Kurdistan hukuk uzmanlarının bu sözleşmeleri dikkatle incelemeleri ayrıca faydalı olacaktır.
***
Eski Irak devleti ülkesi üzerinde kurulan Federal Irak devleti, Irak devletinin halefi olduğunu uluslar arası topluma beyan etmişti. Kurdistan federe devletinin federasyondan ayrılmasından sonra Arap bölgesinde durumun ne olacağıysa şimdilik belirsizdir. Araplar bölgesel egemenliklerini koruyarak yeni devlet statüsüyle Irak federal devletinin devam eden bir devleti mi olacak yoksa uzun süreli mezhep çatışması sonucunda ayrıca başka türden bölünmelerle mi yüz yüze gelecek, bu soruların yanıtı halihazırda açık değildir.
Kurdistan Federe bölgesi için ise, bu kapsamda ayrıca tartışılması gereken bir çok konu ve detay söz konusudur. Yukarıda açıklanan çerçevede ve yakın tarihte yaşanan örnek olaylar bağlamında tartışılması gereken konular şöyle: Güney Kurdistan federe bölgesi hükümeti, yapmayı kararlaştırdığı bağımsızlık referandumundan sonra, taahhüt ettiği gibi, Irak federasyonundan ayrılarak bağımsızlığını ilan ettiğinde, Irak federal devletinin halefi veya haleflerinden biri olabilir mi? Kurdistan’ın halef devlet olması için zorlayıcı bir koşul veya hüküm var mıdır? Irak’da tarihsel nedenler ve siyasi uygulamalar dikkate alındığında Kurdistan devleti için İhtiyari halefiyet daha mı gerçekçi? Tabula Rasa kuralı, başta Kurdistan ve uluslar arası toplumun menfaatlerine uygun olur mu? Son soru; Kurdistan Hükümetinin, ayrıldığı Irak federal devletinin devam eden uluslararası antlaşmalardan doğan borç ve yükümlülüklerine, çeşitli düzeylerde, uluslararası hukuk teamüllerine göre tutum belirlemesi, bölge ve uluslararası toplumun daha mı yararınadır?...
***
Bir sonraki yazıda bu son paragrafta tespit edilen soru biçimindeki konu başlıkları kısaca açılacak ve tartışılacaktır.
Comments