Güney Kurdistan: federalizm ve self determinasyon (V)
- Ahmed Kaymak
- 10 Eyl 2017
- 5 dakikada okunur

Devlet, belirli bir ülke üzerinde yaşayan insanların oluşturdukları siyasi egemenliği temsil eder. Bu nedenle devlet kavramı ülke, insan ve egemenlik unsurları olmadan bir anlam ifade etmez ve böyle bir durumda devlet diye bir şeyden bahsedilemez. Devletin kalıcı niteliği ve sürekliliği, üzerinde kurulduğu ülkenin ve insanların kalıcı niteliği ve sürekliliği ile belirlenir. Ülke ve insan burada somut olgulardır, devletse bu olgular tarafından belirlenen bir egemenlik aracı olarak ortaya çıkar; ülke ve insan unsuruna göre egemenlik unsuru soyut bir araçtır. Devlete meşru ve hukuksal nitelik kazandıran özünde ülke ve insan unsurudur. Bir devletin yok olması ile onun yerine kurulan bir devlet veya var olan bir devletin ülkesinde belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların ayrılma yoluyla kurdukları bir devletin uluslararası hukukun bileşeni olabilmesi için bu unsurları barındırması gerekmektedir.
Uluslararası hukuk, devletler hukukudur. Var oldukları sürece devletler arası ilişkiler bu hukuka göre yasal bir düzlemde devam eder veya kesilir. Devletlerin halefiyeti sorunu da bu ilişkilerin hukuksal bir parçası olarak ele alınmaktadır.
Bir önceki bölümde devletin halefiyeti ile ilgili genel bir görüş çerçevesi ortaya koymaya çalışmıştım. O bölümde belirtildiği gibi pratikte bu konuda birbirinden oldukça farklı yaklaşım biçimleri ve farklı görüşler söz konusudur. Günümüzde yeni bir devlet kurulduğunda veya bir devlet dağılıp ülkesinde yeni devletler ortaya çıktığında uluslararası hukuk platforumlarında üç farklı teori karşı karşıya gelir: Klasik halefiyet teorisi, Tabula Rasa teorisi ve Modern halefiyet teorisi.
Klasik halefiyet teorisine göre, bir devlet yok olduğunda, onun yerine kurulan devlet veya devletler önceki devletin halefi sayılırlar ve sabık devletin bütün uluslararası yükümlülüklerini üstlenmek zorundadırlar. Bu teori ülkeyi ve o ülkede yaşayan insanları bu sava temel gerekçe yapar; bunlar kalıcı unsurlardır. Uluslararası sözleşmeler ve ilişkiler bir ülkeyi ve o ülkede yaşayan insanları temsil eden bir devlet tarafından yapılır ve düzenlenir. Ülke ve insanlar yok olmadığına ve olmayacağına göre, yasal temsil aygıtının değişmesi, o ülkenin uluslararası yükümlülüklerini ve sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Böylece bir devletin yıkılmasıyla kurulan yeni bir devlet veya devletler doğrudan önceki devletin halefi sayılmalıdır. Buna 20 yy başlarında yıkılan Osmanlı devletinin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletini örnek göstermek mümkündür. TC devleti kuruluşu sırasında Osmanlı devletinin halefi olduğunu kabul ederek Osmanlı devletinin borçlarıyla birlikte uluslar arası diğer yükümlüklerini üstlendiğini beyan etmiştir.
Öte yandan yine 20. yy başlarında, Ekim 1917’de Çarlık Rusyası’nın yıkılmasıyla kurulan sosyalist devlet, yani SSCB, önceki devletin uluslararası hiçbir yükümlüğünü ve borcunu kabul etmediğini belirterek halefiyeti reddetmişti. Fakat aynı SSCB elli yıldan fazla bir süre sonra bu kararından vaz geçerek Rusya imparatorluğuna ait önceki borçları ve yükümlülükleri üstlendiğini duyurmuştu.
Klasik teoriye göre ortaya çıkan örnekler bunlarla sınırlı değil. 20. yy sonlarına doğru ortaya çıkan örnekler de bu teorinin ağırlığını göstermiştir. Yugoslavya’nın dağılmasıyla kurulan yeni devletler eski Yugoslavya devletinin halefi olduklarını deklere ederek uluslararası topluma duyurmuştur. Çekler ve Slovaklar da, varlığına son verilen Çekoslavakya devletinin uluslararası bütün yükümlülüklerine bağlı kalacaklarını beyan etmişlerdir. Ayrıca SSCB’nin dağılmasıyla ayrılan Bağımsız Devletler SSCB’nin son güne kadar yaptığı bütün uluslararası sözleşmelere ve yükümlüklere bağlı olduklarını belirtmişlerdir.
Gelişmeler bu yönde seyretmiş olsa da sayılan bu örnekler klasik teorinin evrensel zaferini ilan etmesi için yeterli olmamaktadır.
Tabula Rasa teorisi, klasik teorinin karşısına dikilmektedir. Bu teoriye göre belirli bir ülkede bağımsızlığını kazanarak kurulan yeni bir devlet bir önceki devletin uluslararası antlaşmalarına ve borçlarına halef olmak zorunda değildir.Bu bakımdan yeni kurulan devletin uluslararası yükümlülükleri de sıfırdır. Yani kendisinin katılmamış olduğu hiçbir uluslararası sözleşmeye bağlı olma şartı yoktur. Bu teorinin bu konulardaki temel savunusu insan hakları temelinde halkların kendi kaderini özgürce belirleme ilkesine dayanıyor. Bu anlamda kurulan yeni bir devlet veya devletler ancak kendilerinin kabul etmesi durumunda bağlı oldukları bir önceki devletin bazı uluslararası antlaşmalarına ve borçlarına halef olabilir. Bunun tarihte ilk örneği Rusya’da sosyalist devrimle yıkılan imparatorluk devleti yerine kurulan SSCB devletidir. Kurulduktan hemen sonra Rusya çarlık devletinin o güne kadar yaptığı uluslararası antlaşmalara ve borçlara halef olmadığını uluslararası topluma ilan etmiştir. Burada açıkça Tabula Rasa teorisi hayat bulmuştur. Ne var ki, SSCB elli yıldan fazla bir süre sonra bu kararından vazgeçecek ve eski devletin imzaladığı kimi uluslararası sözleşmelerle akitlerine halefiyeti kabul ettiklerini karar altına alacaklardı. Ancak yakın tarihte bu teori doğrultusunda başka siyasi yaklaşım ve gelişmelerin olduğunu da belirtmek gerekir. 1942 yılında SSCB’ye dahil edilen Estonya, Letonya ve Litvania 1980 lerin sonlarında SSCB’den ayrılıp bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde, SSCB’nin o güne kadar yaptığı bütün antlaşmaları ve üstlendiği yükümlülükleri tanımadıklarını belirtmişlerdir. Yani üç devlet de ayrıldıktan sonra Tabula Rasa teorisi doğrultusunda tutum almış ve uluslararası toplumun gösterdiği tepkilere rağmen bugüne kadar bu tutumlarında bir değişiklik yapmamışlardır.
Modern halafiyet teorisi ise aslında Klasik teori ile Tabula Rasa teorisi savunularını uzlaştırma yaklaşımı içinde görünmektedir. Modern teori, bir yandan devletlerin yaptıkları anlaşmaları ve üstlendikleri yükümlülükleri ülke ve insan gerçeği gibi asli olgular üzerinden ele alarak soruna çözüm bulmaya çalışırken, öte yandan işgal veya ilhak edilmiş bir halkın ülkesinde kazandığı bağımsızlıkla kurdukları yeni devletlerin sömürgeci, işgalci ve ilhakçı devletlerin kendi adlarına yaptığı antlaşma ve sözleşmelerden sorumlu tutulmaması gerektiğini savunmaktadır. Bununla birlikte, aynı teori taraftarları, önceki devletin yaptığı kimi uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle katıldığı birlik ve organizasyonların kurulan yeni devletin ülkesindeki insanların yararına olabileceğinin göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yapmaktadırlar. Örneğin Birleşmiş Milletler Örgütü, İnsan Hakları Sözleşmeleri, UNESCO, AHİM… vd. Kısaca bu teori yeni kurulan veya başka bir devletten ayrılan bir devletin ülkesi ve insanları için de iyi olan önceki devletin yaptığı antlaşma ve sözleşmeleri reddetmesinin doğru olmadığına; halkın özgürlüğüne, refahına ve geleceğine ilişkin risk taşıdığı düşünülen antlaşmalar konusunda ise, siyasi makamlar arasında ve toplumda bir mutabakatın olmadığı durumlarda, ila nihayet bu tür antlaşmaları kabul edip etmeme konularında halkın karar vermesinin yerinde olacağına işaret etmektedir. Yani referanduma gitmek ve halkın kendi geleceği ile ilgili karar vermesini sağlamak.
***
Güney Kurdistan’da 25 Eylül’de yapılacak olan referandum sonrasında Kurdistan parlamentosu ve hükümetinin değerlendirmesi gereken önemli konuların başında, Irak federal devletinin kuruluşundan bu yana yaptığı uluslararası antlaşmalar ve üstlendiği yükümlülüklere ilişkin tutumunu belirlemesi gelmektedir.
Kurdistan Anayasası taslak olarak, Irak federal Anayasası’ndan önce, 1991 yılında kabul edilmiştir. Bu Anayasa’da halefiyetle ilgili herhangi bir hüküm ve ima bulunmamaktadır. 2009’da birkaç değişiklik ve düzenleme dışında aynı Anayasa halk girişimi ile konusu halkın self determinasyon hakkını kullanması şeklinde belirlenen referanduma sunulmuş ve halkın yüzde 94’ü Irak Federasyonundan ayrılma yönündeki arzu ve iradesini ortaya koymuştur. Ancak gerek Güney Kurdistan siyasi makamları arasındaki görüş ayrılıkları ve anlaşmazlıklar, gerekse bölgenin terör örgütlerinin ağır saldırısı altında kalmasıyla hükümet ve parlamentonun halkın ortaya koyduğu bu arzu ve iradesine uygun siyasi bir karar almasına olanak vermediği değerlendirilmektedir.
Geçen süre içinde ise Kurdistan siyasi güçleri, partileri, kurumları ve sivil örgütleri arasında var olan olumsuz ve gergin ilişkilerin önemli ölçülerde aşıldığı ve daha uyumlu siyasi bir atmosferin oluştuğu gözlenmektedir. Mevcut Kurdistan hükümetinin ve devlet başkanının uluslararası ilişkileri ve bölgesel politik ağırlıkları ayrıca Güney Kurdistan’daki bağımsızlık programının ilerleyişini destekler nitelikte görünmektedir. Bağımsızlık programının önemli demokratik bir aracı ve ölçsü olarak görülen 25 Eylül’deki referandumun Kurdistan halkının 2009 yılında ortaya koyduğu arzu ve iradeyle paralel sonuçlanacağı tahmin edilmekte ve Kurdistan parlamentosu ve hükümetinin bu doğrultuda hareket edeceği düşünülmektedir.
İç içe ve hızla ilerleyen bu süreçlerin önündeki engelleri aşmak için hükümet ve parlamentonun halafiyet sorununu ve konularını çok titiz bir biçimde ve dikkatle değerlendirmesi gerekmektedir. 2005 yılında kurulan Irak federasyonunun kurucu devletinden biri olarak Kurdistan federe devleti parlamentosu ve hükümeti hangi uluslararası antlaşmalara ve yükümlülüklere bağlı kalacağını, hangilerine bağlı olmayacağını tespit edip açıklamak durumundadır. Irak federal devletinin Kurdistan ülkesinde yaşayan farklı etnik toplulukları, dilsel, dinsel ve kültürel grupları bugün ve gelecekte sıkıntıya sokacağı düşünülen hiçbir uluslararası antlaşma ve yükümlülüklerine taraf olmamalıdır. Yeni devlet, Irak federal devletinin bir parçası olarak Kurdistan federe hükümeti ve parlamentosunun onaylamamış olduğu hiçbir askeri, ekonomik ve stratejik antlaşmayı ve yükümlülüğü tanımadığını uluslararası topluma açıkça beyan etme hakkına sahiptir. Kurdistan Anayasası hükümleri ve yasaları, federal devletin Anayasası ve yasalarının üstündedir. Kurdistan parlamentosunun onaylamadığı ve Kurdistan federe Anayasası’na aykırı olan federal devletin yasalarını ve yaptığı uluslararası antlaşmaları Kurdistan devleti tanımak zorunda değildir. Yeni Kurdistan devleti, bu tutumu ve siyasi kararı halkın self determinasyon hakkını kullanma bağlamında ortaya koyup savunmalıdır. Bu aynı zamanda bölge halklarıyla uluslararası toplumun yararı ve güvenliği için gerekli ve barışçıl bir yaklaşımdır.
***
Bundan başka Kurdistan halkının Irak federasyonundan ayrıldıktan sonra “oluşturacağı” yeni devletin yapısı önemli olmaktadır. Bir sonraki bölümde bu konu değerlendirilecektir.
Comments